T.C. Mİllî Eğİtİm BakanlIğI
NİĞDE / BOR - Ahi Evran Mesleki Eğitim Merkezi

Ahiliğin Ortaya Çıkışını Hazırlayan Sebepler

 

Ahiliğin Ortaya Çıkışını Hazırlayan Sebepler

AHİLİĞİN ORTAYA ÇIKIŞINI HAZIRLAYAN   SEBEPLER
Ahîliğin ortaya çıkışını ve   Anadolu´da yayılışını kavrayabilmek için, Türklerin, İslâm´ı din olarak   benimseme zamanına ve kabul yerleri olan Azerbaycan, Horasan ve Maveraünnehir   bölgelerine bakmak gerekir.           

751 yılında   Çinlilerle İslâm orduları arasında yapılan Talas savaşından sonra, İslâmiyet   Türkler arasında hızla yayılmaya başlamıştır. Türklerin, İslâm dinini kabul   etmelerinde; önceki inançlarının bu dine yakın olması, yayılmayı   kolaylaştırmıştır. O dönemlerde ortaya çıkan tasavvuf akımlarındaki "cihat"   bilinci, İslam´ın Türkler arasında yayılmasını hızlandıran bir diğer neden   olmuştur. Türler, İslâm´dan önce de savaşçı bir ruha sahiptiler. Yeni din, bunu   yok etmediği gibi teşvik etmiştir.

İslâmiyet´ten önce   Türkler arasında seçkin kişiler olarak görülen Ozan ve Kam´larla İslâm   evliyaları ve dervişleri toplumsal konumları açısından birbirine yakın   kişilerdi. Olağanüstü güçlere sahip ve gaipten haber verdileri kabul edilen   kamlar ile İslâm evliyaları birbiriyle rahatlıkla kaynaştılar. Bu rahatlığın   temelinde, İslâmiyet´in emrettiği cihat ile Türklerin savaşçılık eğilimleri   arasındaki güçlü ilişkiydi(1). Türklerin İslâm´dan önceki ahlâk değerleri,   onları İslâm´a yaklaştırmaktaydı. İyiliği, doğruluğu öğütleyen bu değerler   İslâm´ın güzel ahlâk kurallarına uygundu.

İslâmiyet´in din   olarak Türkler tarafından kabul edildiği asırda, sınır boylarını dolduran   ribatlar, mücahid dervişlerin faaliyet üsleri olmuşlardır. Bu merkezler,   tasavvufun Türkler arasında yayılmasını kolaylaştırmıştır. Yeni yaşayış tarzı,   Türk´ün karakterine uygundu. Bu sebeple İslâm´ı benimseyen Türkler,   "Derviş-gâzi" kimliğine bürünüyorlardı(2).

İlk müslüman Türk   devletlerinin tasavvuf cereyanlarını desteklemeleri ve Derviş-gâziler için   tekke, zaviye ve ribat inşa etmeleri, bu yaşantının yaygınlaşmasını   kolaylaştırıyordu. Köprülü, bu konuda şunları yazar:

"... Şark İslâm   dünyasına yeni bir nizam getiren Selçukîler zamanında yeni ribatların   yapıldığını görüyoruz. Eskiden de olduğu gibi, büyük ve zengin ribatlar,   bilhassa hükümdarlar, prensler, büyük devlet adamları, büyük tacirler tarafından   yaptırılıp vakfediliyor ve masraflarını karşılamak üzere ehemmiyetli emlâk ve   arazi tahsis olunuyordu.(3)"

Türk devletlerinin   tekke, zaviye ve ribatları benimsemelerinin, bunların sayılarının hızla   artmasına dayanak oluşturduğu söylenebilir. Devletin desteğiyle gelişen ve   çeşitli isimlerle anılan bu kurumlar, başıboş bırakılmamış; devletin denetimi ve   kontrolü altına alınmışlardır. Tekke, zaviye ve ribatlar devletin gösterdiği   doğrultuda faaliyet göstermişlerdir. Bu merkezler zamanla devlet için sosyal   yardım, imar faaliyetleri ve askerî üsler rolünü oynar duruma gelmişlerdir.   Birer kültür ve eğitim yuvası olarak devletin genel amacına hizmet   etmişlerdir(4).

Ahmet Yesevî gibi   mutasavvıfların fikirlerini Türkçe ile ifade etmeleriyle Ahi birlikleri,   büsbütün kuvvetlenmiş ve kitleleri harekete geçirecek güce   erişmişlerdir.

Selçuklu döneminde,   devletin ileri gelenleri ve mutasavvıflar tarafından Anadolu, savaşçı ruha sahip   Derviş-gâzilere ve göçebelere hedef olarak gösterilmiştir. Nişâbur´a gelen   kalabalık bir Oğuz kütlesi İbrahim Yınal Bey´e yurtsuzluktan ve geçim   sıkıntısından şikayet edince Selçuklu Beyi onlara şu öneride   bulunmuştur:

"Memleketim sizin   oturmanıza kifayet edecek kadar geniş değildir. Bu sebeple doğrusu şudur ki, Rum   (Anadolu) gazâsına gidiniz, Tanrı yolunda cihat yapınız ve ganimet alınız, ben   de arkanızdan gelip size yardım edeyim.(5)"

Bu teşvik   sonucunda, içerisinde her toplum kesitinden (esnaf, tüccar, din âlimi) insanın   bulunduğu kitleler Anadolu´ya yoğun bir göç hareketi başlatmışlardır. Göç   dalgaları kısa zamanda insan seline dönüşmüştür. Gerek ilk göç döneminde ve   gerekse Moğol istilasının etkisiyle meydana gelen XIII. ve XIV. Yüzyıllardaki   ikinci göç dalgasında Anadolu´ya gelenlerin büyük bir kısmını Türkmenler   oluşturmuşlardır(6).

Özellikle ikinci   göçte, Anadolu´ ya çok kalabalık bir sufî kütlesi gelmiştir. Oğuz Türklerinin   Anadolu´yu fethettiği asırlarda tasavvuf merkezli yaşam tarzı, etkin ve yaygın   bir biçimde İslâm dünyasının her tarafını kaplamıştı. Kuvvetli siyasî bir   merkezîyetin bulunmayışı, hâkimiyetin küçük emirlere geçmesine ve   karışıklıkların doğmasına sebep oluyordu. Karışıklıkların mânevî otoriteye   dayanan tasavvufî bir yaşam tarzıyla giderilmeye çalışılması, emirlerin ve   sultanların şeyhlere yönelmesi ve tarikatların devlet tarafından resmen   tanınması gibi sonuçlar doğurmuştur. Tarikatların, sultanların ve devlet hayatı   üzerinde etkin rol oynadıkları bir dönem başlamıştır(7).

Selçuklular   güçlendikten sonra Anadolu, Türk ve İslam kültür merkezî haline geldi. Anadolu   Selçukluları da, tekke ve zaviyeler kurdular. Buralarda yetişen dervişler ve   şeyhler, Anadolu´da kuvvetli bir tasavvuf fikrinin oluşmasına ortam   hazırladılar. Selçuklu sultanlarının, şeyhlere saygı göstermeleri nedeniyle,   büyük mutasavvıflar, cihat ve yerleşime elverişli olan Anadolu´ya yönelmeye   başlamışlardır(8).

Anadolu Selçuklu   saltanatının genişlemeye başladığı devirde, Abbasî halifesi Nasır, siyasî   otoritesini güçlendirmek ve İslâm ülkelerini bir merkezî otorite etrafında   toplamak amacıyla Selçuklu sultanına "fütüvvet şalvarı" göndermiştir. Halife   Nasır Lidinillah tarafından Anadolu Selçuklu Sultanı I. Gıyaseddin Keyhüsrev´e   gönderilen heyet içinde fütüvvet libasını kendisine takdim etmek üzere   Evhad´ud-Din Kirmanî ve damadı Ahî Evren´ de bulunmaktaydı(9). Sultan 1.   Gıyaseddin Keyhüsrev´in halife tarafından gönderilen elçileri kabul edip,   fütüvvet libasını giymesi, fütüvvet anlayışının devletin himayesi altında   Anadolu´da hızlı bir şekilde yayılmasına sebep olmuştur.

Fütüvvet   Anadolu´da, kendine has isim ve özelliklerle yayılmıştır. Bunun başlıca sebebi   Horasan bölgesinden Bağdat yolu ile Anadolu´ya gelen ve halifenin elçiliğini   yapan Evhad´ud-Din Kirmanî ile damadı Ahî Evren´dir. Fütüvvet, Anadolu´da Ahîlik   adı ile ve tamamen sufî bir karakterle yayılmıştır(10). Bu isim, daha önce   Horasan ve Azerbaycan´da da kullanılmıştır. Horasan´dan gelen Evhad´ud-Din   Kirmanî ile halife ve müridlerinin bu yayılışta etkin oldukları   şüphesizdir.

Tasavvuf   fikirlerinin Anadolu´ya yerleşmiş olması, Ahîliğin tarikat görünümünde çok geniş   alanlara yayılmasına ortam hazırlamıştır. Bunda, Ahîliğin örgütlenme ve yayılma   biçiminin tarikatlara benzemesinin önemli rolü vardır. Ahîlik, şehirlerde,   köylerde, kasabalarda, hattâ dağ başlarında, geçitlerde zaviyeler kurarak   varlığını sürdürmüştür. Bu durum, Anadolu´yu karış karış gezmiş olan İbn   Batuta´nın seyahatnâmesinde de belirtilmektedir(11).

Anadolu Ahîliğini   mistik bir tarikat olarak kabul eden Barkan, şunları yazmaktadır:

"Bu mistik tarikat   ve teşkilatın ne büyük bir kuvvet temsil ettiğini, aralarına aldığı halk   kütlesini muayyen sosyal nizamlar için nasıl harekete getirerek zamanlarının   olaylarında büyük roller oynamış olduklarını tarih esasen   kaydetmektedir.(12)"

 

 

DİPNOTLAR 1. Turan, O., "Selçuklular ve   İslâmiyet", İstanbul, 1971, s. 14.

2. Köprülü, M.F., "Abu İshak ve Kazrunî ve   Anadolu´da İshakî Dervişleri", Belleten, Cilt. 33, Ankara, 1969, s.   223-234.

3. Köprülü, F., "Ribat", Vakıflar Dergisi, Cilt II, Ankara, 1942, s.   273.

4. Turan, O., a.g.e., 1971, s. 20.

5. A.g.e., s. 35.

6. Okhan,   M.A., "Hacı Bayram Veli Münakaşaları Münasebetiyle", Ankara, 1950,   s.36-37.

7. Köprülü, F., "Türk Edebiyatı´nda İlk Mutasavvıflar", Ankara,   1976, s. 197.

8. Ahmet Eflakî, a.g.e., Cilt 1, 1973, s. 122.

9. "Kadın   Ansiklopedisi", Tercüman Gazetesi yay., Cilt II., İstanbul, 1984, s. 516.

10.   Taeschner, F., a.g.e., 1972, s. 229-230.

11. İbn Batuta Seyahatnâmesi, (Çev.   İ. Parmaksızoğlu), ist. 1971.

12. Barkan, Ö.L., "İstila Devirlerinin   Kolonizatör Türk Dervişleri ve Zaviyeler", Vakıflar Dergisi, Cilt: II, Ankara,   1942, s. 283.

Paylaş Facebook  Paylaş twitter  Paylaş google  Paylaş linkedin
Yayın: 12.02.2013 - Güncelleme: 04.10.2022 16:15 - Görüntülenme: 1418
  Beğen | 0  kişi beğendi